Merhaba!

Hayatın ve etrafındaki insanların serinkanlılığına nasıl dayanabilir ki kalbiyle düşünen minnoş bir insan?
Dayanamaz değil mi bir yerden sonra?
Ben Satürn'e kadar gelmiş olabilirim ''bir yer''e varmak için.
Sonra?
Sonrası,ben de tüm serinkanlılığımla katılacağım aranıza.
Sonra bir gün,bana da normalleşecek her şey.
Sonra,tüm samimiyetimi askıya asıp hepinize merhaba derim.
Kuru,sade ve öylesine bir merhaba işte,abartmaya lüzum yok.

Duvar

Sadece yan yana yürüyor gibi görünüyorduk belki ama gerçek bundan çok daha fazlasıydı.Ben çizgilerine basmamaya gayret ederek kaldırımda sekiyordum.O da her  ağaçtan üç beş yaprak koparıyordu.Pasif bir hoyratlıktı bu.Belli ki bir buhranı vardı.Ama susarak örtmüştü üstünü.Ağaçlar bitti bir yerden sonra,kaldırım taşları da küçüldü.O zaman duymaya başladım kendi kafamdakileri ve elbetteki onunkileri.İkimizden de 'Neden?' sorusu aşikar bir şekilde duyuluyordu.Ama nedenini merak ettiğimiz şey aynı değildi.
Ben iki saat sonrasında neden diye ağlarken anladım.O bilmiyordu.belki de biliyordu ama söylemiyordu nedenini.Bense meraktan ölüyordum.Bilmediğim  bir şekilde acı içindeydim.Öğrenemedim.Nedeni yok gibi bir şeyler duydum diye hatırlıyorum.Bir de tüm gece elimi bomboş bir yatağa attığımı.
Oysa tüm o yürümeler olmadan önce bir duvarın önünde oturmuş kahvesini içerken görmüştüm o gün ilk defa onu.Ve duvarları boyamak istemiştim iyilik ve güzelliğe.Sırf O'nun o duvarın önünde oturması şerefine.

Kelimeler kıyafetsiz

Kediler dört ayak üstüne düşer.Ben paldır küldür düşüyorum.
Ben kedi değilim,biliyorum.
Uçurtmaları düşünüyorum iki saattir.
Uçup gitsinler bence,iple bağlayıp bir de onları düşünmeyelim.
Uçuk kaçık düşünelim ama.
İpleri salıp da düşünelim.
İpin ucunu kaçıralım.
Sonra kalkıp bir ipucu arayalım.
Postmodern bi sohbette
'Ya biz bu konuya nasıl gelmiştik?'diye düşünelim.
Sonra da kalkıp saldığımız yumağı geri geri takip edip zamanda geri gidelim.
Gördünüz mü üç beş kelimeyle,zamanda nasıl yolculuk
yapılır buldum.Çıkıp bir damda haykırmalıyım bunu.
Kifayetsiz olan kelimeler değil bilim oldu bu kez.
Kelimeler hiç kifayetsiz olmaz.
Kıyafetsiz kalır kelimeler.
Bazen nasıl giydireceğini bilmezsin.Bakkala ekmek almaya giden bir kelimeye smokin giydiremezsin mesela.
Penguen de kendinden smokinli bir kelimedir aslında.
Benim kelimelerim  pijamalı.Ellerinde kahve ile uyanmaya çalışıyorlar.
Ben de düştüğüm yerden kalkmaya çalışıyorum.
Düştüm biliyorum.
Kedi değilim onu da biliyorum.


Kahretsin çok çirkin ağlıyorum!




İnsanları ayırıp,gruplandırmayı sevmem lakin bir noktada diğer insanlardan farklı olduğumun da bilincindeyim.Bahsettiğim şey  uzaylılara inanıyor olmam ya da yeşili en çok benim sevmem değil.

Bahsettiğim şey,ben çirkin ağlıyorum.Oldukça çirkin ağlıyorum hem de.
Ağlayan birini görürseniz içiniz sızlar,yanına gidip teselli etmek istersiniz.Ama beni ağlarken görürseniz ne yapacağınızı genelde bilemezsiniz.Nadir ağladığım ve genelde güleç bir insan olduğum için değil.Çok çirkin ağladığım için-zaten bu yüzden çok nadir ağlarım ben-.

Bir çok insan düşünün ki ilişkileri kopma derecesine gelmiş lakin bitmemesi için için iki taraftan birinin son bir kozu var:ağlamak.Çok durumda etkili olabilir bu,sevgilinizi karşınıza gözleri boncuk boncuk ağlarken görmek içinizi parçalayabilir.Şanslı insanlar işte bunlar.Benimse bir ilişkide ağlamam ilişkiyi o an yerle bir edebilir,karşıdakini hayattan soğutabilir.

Velhasıl ağlamak güzel olabilir lakin bu eylem gerçekleşirken çirkin bir hal de alınabilir.


http://www.youtube.com/watch?v=g3SM46srNkc




Denizli Neden Denizli Siz Biliyonuz mu?





Ege bölgesinde bulunan bu ilimiz,tam bir isimi aldatmacasına sahiptir.Adında deniz kelimesi geçmesine rağmen denizden yoksundur.Bu ne boktan iş demeyin.Anlatıyorum,dinleyin.

Şimdi efendim,bundan yıllar yıllar evvel Ege'De Zoroh adında bir kent kurulmuş.Burada sadece 20 kişilik bir kabile yaşarmış.Başlarda bu az sayıdaki insanlar birbirlerine oldukça yeterlermiş.Gündüzleri tarım yapar,akşamlar ateş başında toplanıp şarap içip şarkılar söylerlermiş.Tam bir dost meclisiymiş anlayacağınız.
Zaman geçtikçe geçtikçe,sayılarının az olması canlarını sıkmaya başlamış.Çevredeki illerin hepsi çok kalabalıkmış çünkü.Üstelik Zoroh'ta diğer illerde olmayan muazzam bir güzellik de varmış.Travertenler.
Zoroh halkı bu güzelliğe bakmaktan,orda olmaktan büyük keyif alırmış ve bunu başkaları da görsün istermiş.Lakin gelin görün ki çok insan gelip gitmezmiş buralara.

Dost meclisi dediğimiz cinsten olan kabilemiz toplanmış bir gün ve düşünmeye başlamışlar,Zoroh'taki insan sayısı nasıl artar diye.Ege ve Akdeniz'deki kalabalık illere elçiler göndermişler.Edinilen bilgiler sonucunda da bu çok kalabalık olan illerin deniz kıyısında olduğunu görmüşler.Kalabalığa sebep olan şeyi bulmuşlar.DENİZ!Ama Zoroh'ta deniz yoktu ve olması da imkansızdı.Uzun fikir alış verişleri sonucundaysa Zoroh'a başka bir isim vererek kalabalığı buraya çekebileceklerine kanaat getirmişler.Ve Zoroh artık ''Denizli'' olmuş.İnsanlarda deniz algısı yaratıp yüzlerce insanı bu kente çekmeyi başarmışlar.Tamam,azıcık kandırıkçılık yapmamış değiller,yapmışlar ama gelenlere deniz sunamasalar da Travertenler'i sunmuşlar.

Böyle işte.Denizi olmayan Ankara'yı nasıl seviyorsak Denizli'yi de öyle seviyoruz.

Yürümektir Bir Kenti Güzel Yapan(nah!)

 Günlerdir doğru dürüst uyuyamadığım için bugün uykunun dibine vurdum.İşi falan da salladım.Öğlene doğru annem gelip kalk da bari öğleden sonra git dedi.Ben de öyle yaptım.Akşama kadar ofiste takıldım.
 Akşam Ayşe geldi.Beni aldı.Çok yorgun olduğunu şunun şurasında yds ye iki gün kaldığı için eve gidip deneme çözmesi gerektiğini söyledi.Benim de telefonum bozuktu zaten kimseyle iletişim kuramadığım için eve gitmem en mantıklısıydı.Ama gitmeden oturup bi sigara bi çay içelim dedik.Hatta Ayşe çay içmeyelim ya diye burun kıvırdı,oralet içeriz diyip hiç sallamadım onu.Çay içtik bi iki mağaza gezdik ve meşrutiyete doğru yürümeye başladık.
 Eve gitmiyoduk o kesindi.Bişey yapasımız vardı,o da kesindi.Meşrutiyete gelince ayaklarımız durmadı Olgunlara çıktık.Tam Bestekar'a yönelmiştik ki o kadar yüreyemem(daha çok yürüyecekmşiz meğersem) diye mızmızlandım ve Kocatepe'ye doğru çıktık Noxus'a otururuz dedik.Baktık orda kimse yok.Route'a geçelim dedik baktık orda çok kişi var düz devam ettik.Waffle mı yesek yoksa Bigosta çok güzel tavuk mu yesek diye konuşurken hadi Kuğuluya gidelim diye bi gaza geldik.Tekrar Meşrutiyete inerken köşede biriyle karşılaştık biz baktık o baktı derken...tanıdık birbirimizi.Elbette ki Sütlü Kakao'nun gitarcısı Serdardı!Naber napıyosun faslından sonra bu akşam Arka Barda çalacaklarını söyledi ve davet etti.(Sonradan öğrendik ki Serdar bi deliyle aynı taksiye binmeseymiş bizi göremeyecekmiş ve davet edemeyecekmiş,oraya da gelicez;)İnşallah ya diyip devam ettik çünkü bi amacımız vardı Kuğuluya gidip Kıtırda kokoreç falan yiyecektik.
 Bulvara doğru iniyorduk ki Ayşe trafik olur ya şimdi taksiye binelim dedi.Eyvallah dedim az ilerden taksiye bindik.Taksi on dakikada anca Kocatepeye çıkabildi.Muhabbete koyulduk şoför amcayla.Bizim gibi kızları varmış okumuşlar.Biri de avukatmış üstelik.Taksiye binip de Melihten bahsetmemek ayıp olurdu.Çünkü İsviçreli bilim adamlarına göre en sağlam siyaset taksici amcalarla konuşulur.Attık tuttuk.Vampir dedik,sülük dedik.Kuğuluya kadar gitcez dediğimiz taksiden Bestekar girişinde indik.Orda inince de aa hadi Sakal a girelim dedik.Ama kalabalıktı giremedik.İstikrarımızı korumak adına Kuğuluya doğru yürüdük.Oraya varınca da vazgeçip,bizim gibi amaçsızca yürüyen bi grubun peşine takılıp geri taksiden indiğimiz yere döndük.Tam BP'nin köşesinde 15dk durup ne yapalım şimdi dedik.Canımız bi sokak köftecisi bulup bi kenara oturup ekmek arası yemek istiyodu.Çünkü çok yürümüştük ve haliyle de çok acıkmıştık.Elbette ki bulamadık ve gerisingeri kızılaya yürüdük.Aklımıza Arka Bar ve Sütlü Kakao geldi.Serdar'ın teklifini hatırladık.Net bir karar verip son bi tabana kuvvet diyip soluğu orda aldık.Onlar bizi görünce sevindi,biz güzel müzik dinledik.Karnımız doydu ve dinlendik.

Ve düşündük ki bizi organize etmek,bi plan yapıp uymamızı sağlamak için sağlam bir üçüncü baş lazım.Yoksa böyle kurmalı bebekler gibi kaybolcaz Ankara sokaklarında.(Bu arada zayıf olma nedenimiz de ortaya çıktı galiba)

Ruh-i Su

'Ölüm diye bir şey varsa,hepimiz çoktan ölüyüz zaten'
Yine bir yerde birileirni beklerken kulak misafiri olduğum sözcüklerdi bunlar.Bedenen bir ölümden bahsetmiyordu sanırım.Çünkü kalbin durduğunu inkar etmek haybeye bir çabadan başka bir şey değildir.Bedeni anlamlı kılan şeyden bahsediyordu.Ruh diyor bazıları.Ben demek istemiyorum ama bedeni anlamlı yapan şeyin de nasıl bir adı olacağına karar veremiyorum açıkçası.Su gibi bir şey olmalı.Suyun mükemmel bir kamuflaj yeteneği vardır.Döküldüğü anda emilir.Bir hayalet olmasından daha makul en azından.